Sayfalar

Bu Blogda Ara

28 Nisan 2010 Çarşamba

Yedi Kapılı Kırk Oda - Murathan Mungan

"İçinin bütün mevsimlerini yaşamış insanlar vardır; içleri boşalmıştır
bunların. Herhangi bir sahici duyguları kalmamıştır. Kimseye yönelik ne
derin bir sevgi, ne derin bir kızgınlık duyabilirler. Bütün duyguları
şiddetini yitirmiştir. Kimseye hiçbir şey veremezler artık, ellerinden
gelmez. Hiçkimse için sahiden derin bir kaygı, diri bir öfke, tutkulu
bir sevinç duyamazlar. Gençken sahip olmuşlarsa bile, olanca
şefkatlerini çabucak tüketmişlerdir. Kendilerini korumayı öğrenirken,
içlerini kurutmuş insanlardır bunlar. Her şeyi kesin bir yalınlık ve
olağanlık duygusuyla yaşarlar. Serindirler. Alışkanlıkların
kolaylıklarına bırakırlar kendilerini. Kesin bir kabulleniş, geri
dönüşsüz bir razı oluş içindedirler. Tevekküllerinde, yaşamanın
derinleştirdiği, deneyimlerin zenginleştirdiği bir olgunluk değil,
hayvani bir kayıtsızlık vardır. Duydukları, duyabildikleri tek acı,
fiziksel acıdır. Yüreklerini kanatacak değerde hemen hiçbir şey
kalmamıştır hayatlarında. İlk gençliklerinde bazı yaralar almışlarsa
bile, zamanın ellerinin onarıcı gücünü sömürürcesine tüketmiş, günün
birinde yeniden şifasına sığınmak zorunda kalmamak için de yara alacak
yerlerini insafsızca yok etmişlerdir. Artık onlara zamanın bile yardım
edemeyeceğini bildiklerinden, ne kadar gözlerimizin önünde olurlarsa
olsunlar, erişemeyeceğimiz bir uzaklıkta, ateşten ve sudan, hikaye ve
tutkudan, fırtına ve yastan sakınarak kırılmaz kabuklar, delinmez
zırhlar, yüksek surlu kaleler içinde yaşayıp giderler. Mutlu ya da
mutsuz olmanın ötesine geçmişlerdir. Bundan böyle, yalnızca var
olduklarının bilgisiyle baş başa kaldıkları ömürlerinin inişsiz çıkışsız
yollarını yavan adımlarla yürür, hayatı, uzun bir perhiz gibi yaşarlar.
En derin acıları, en sarsıcı kederleri, kaderin pusu kurduğu
beklenmedik kazaları bile hafif bir üzüntüyle geçiştirmeyi
öğrenmişlerdir. İç çekerler, yazıklanırlar, omuz silkerler, Boş ver,
der, çabucak dünya işlerine dönerler. Bir çeşit hayatta kalma bilgisidir
bu. Ne olursa olsun, sonuna dek yaşamaya karar vermiş insanlarda
görülür."


Yedi Kapılı Kırk Oda - Murathan Mungan

Akışı Olmayan Sular - Pınar Kür

"Sise içinde ırmağa atılmıs bir
mektup gibiyim. Hem ırmağın içindeyim, hem ona bir katkım yok. Hem
diyeceğim bir seyler var sisenin içinde kapanmıs, hem ırmağın bunlardan
haberi yok ve olmayacak. Hem ırmak beni bir yerden bir yere götürüyor,
hem gittiğimiz yönü ben saptayamıyorum. Hem ırmak bana dokunmuyor, hem
ben ırmağa dokunamıyorum. Birbirimize değmiyoruz."

Akışı Olmayan Sular - Pınar Kür

— Jorge Luis Borges


Bir kitabın bize mutluluk olasılığını sunduğuna
neden inandığımı tam olarak bilmiyorum. Ama bu alçakgönüllü mucize için
gerçekten minnettarım.

— Jorge Luis Borges

Kara Prens - Iris Murdoch


"Başka insanların hayatında gezinip duran bulutumsu bir ektoplazma olmak
istemem. Herkese belli belirsiz sempati göstermek, aynı zamanda bir
insanı gerçekten anlayabilmeyi de engelleyen bir şeydir."


Kara Prens - Iris Murdoch

Milenyum İnsanları - J.G. Ballard

"Tanrı'ya inandığımızı düşünüyoruz, ama ölüm ve yaşamın gizemleri
karşısında deli gibi korkuyoruz. Fazlasıyla kendimizi merkez alıyoruz
ama kendi benliklerimizin sınırlılığı düşüncesiyle baş edemiyoruz.
İlerlemeye ve aklın gücüne inanıyoruz, ama insan doğasının karanlık
yönleri de bizi ele geçiriyor. Seks saplantımız var, ama imgelemden
korkuyoruz ve sarsılmaz tabularla kendimizi korumaya alıyoruz. Eşitliğe
inanıyoruz, ama alt sınıflardan nefret ediyoruz. Kendi bedenlerimizden
korkuyoruz ve her şeyden önemlisi ölümden korkuyoruz."

Milenyum İnsanları - J.G. Ballard

Sisyphos Söyleni – Albert Camus

“Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. Yaşamın yaşamaya değip
değmediğinde bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt
vermektir. Gerisi, dünyanın üç boyutlu olup
olmadığı, aklın dokuz mu, yoksa on iki ulamı mı bulunduğu,
sonra gelir. Oyundur bunlar; ilkin yanıt vermek gerekir. “


Sisyphos Söyleni – Albert Camus

Bay Keuner'in Öyküleri – Bertolt Brecht

“Bay Keuner A kenti yerine B kentini
yeğlemişti. “A kentinde” dediydi, “insanlar beni seviyorlar;
ama B kentinde insanlar bana dostça yaklaştılar. A kentinde
bana yararları dokundu; ama B kentinde insanların bana gereksinmesi
vardı. A kentinde insanlar beni masaya buyur ettiler, ama B kentinde
benim mutfağa girmemi önerdiler. “


Bay Keuner'in Öyküleri – Bertolt Brecht

Yaşama Uğraşı – Cesare Pavese

“Gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda. Yazıyorum: Ey, sen, acı. Peki sonra ? Bütün gerekli olan biraz cesaret. Acı ne kadar
ortaya çıkar ve kesinleşirse, yaşama içgüdüsü
o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi zayıflıyor.
Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf
kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük
istiyor, kendini beğenmişlik değil. Tiksiniyorum bütün
bunlardan.

Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.”


Yaşama Uğraşı – Cesare Pavese

John Donne

"insan ada değildir, bütün de değildir tek başına, anakaranın bir
parçası, okyanusun bir damlasıdır. bir kum tanesini alıp götürse deniz,
küçülür avrupa. sanki kaybolan bir burunmuş, dostlarının ya da senin
yurdunmuş gibi. bir insanın ölümüyle eksilirim ben, çünkü bir parçasıyım
insanlığın. işte bu yüzden hiç sorma çanların kimin için çaldığını, çanlar
senin için çalıyor."

John Donne

Çocukluğumun Soğuk Geceleri - Tezer Özlü


"Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur.hiçbir şey.hiçbir korku...
aklını en acı olana,en derine,en sonsuza atmışsan korkma.ne
sessizlikten, ne dolunaydan,ne ölümlülükten,ne ölümsüzlükten,ne
seslerden,ne gün doğuşundan,ne gün batışından.sakin ol.öylece
dur.yaşamdan geç.kentlerden geç.sınırları aş.gülüşlerden gec.anlamsız
konuşmaları dinle,galerileri gez,kahvelerde otur -artık hiçbir
yerdesin.."

Çocukluğumun Soğuk Geceleri - Tezer Özlü

Petersburg'lu Usta - John Maxwell Coetzee

"Pavel neden kendini öldürdü?"

"Kendini öldürdüğünü mü düşünüyorsun?"

"Annem onun kendini öldürdüğünü söylüyor..."

"Hiçkimse kendini öldürmez, Matriyoşa. Hayatını tehlikeye atabilirsin ama kendini gerçekten öldüremezsin. Pavelin kendisini tehlikeye atmış olması olasılığı daha yüksek, Tanrı'nın kendisini kurtaracak kadar sevip sevmediğini öğrenmek istiyordu. Tanrı'ya bir soru sordu o - beni kurtarır mısın?- Tanrı da ona yanıt verdi. -Hayır-dedi. Tanrı "öl" dedi ona."

Petersburg'lu Usta - John Maxwell Coetzee

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

" krematoryum'un
üzerinden geçerlerken bacadan yükselen -yanmış insan cesedinden dolayı
oluşan- sıcak hava dalgasına rastlayan helikopter aniden havaya
yükseldi ve soğuk havayla tekrar buluşunca aynı hızla eski irtifasına
geçti.
" ne muhteşem bir zıplayıştı ama!" diyerek keyifle kahkaha
attı lenina ama henry'nin ses tonu bir anlığına neredeyse
melankolikleşti. "o zıplayış neydi biliyor musun?" dedi. "son ve kesin
bir biçimde yok olan bir insandı. sıcak bir gaz sıçramasıyla göğe
yükselen bir insan. kim olduğunu bilmek isterdim -kadın mı yoksa erkek
mi, alfa mı epsilon mu?-..." iç geçirdi ve sonra neşeli olmaya karar
vermiş bir sesle, "her neyse," dedi, "emin olabildiğimiz tek bir şey
var; her kim idiyse, hayattayken mutluydu. zaten sistemimiz
sayesinde herkes mutlu."
"evet, artık herkes mutlu," diye tekrarladı lenina.
aynı sözcükler, on iki yıl boyunca her gece yüz
elli kez kulaklarına tekrarlamıştı."

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

Gülüşün ve Unutuşun Kitabı - Milan Kundera

Aşk bir ayrıcalıktır ve bütün ayrıcalıklar lâyık
olunmamış şeylerdir, bu yüzden de bunun bedelini ödemesi
gerektir.Aşkın ayrıcalığı her zaman cennet değildir, aynı zamanda
cehennemdir de. Aşk içinde yaşam, sürekli bir gerginlik, korku ve
huzursuzluk içinde geçer."

Gülüşün ve Unutuşun Kitabı - Milan Kundera

Sırça Fanus - Sylvia Plath

"Dünyadaki en güzel şey gölge olmalıydı. Gölgenin milyonlarca kımıldayan şekli ve çıkmaz sokakları. Büro çekmecelerinde, dolaplarda, bavullarda hep gölge vardı. Evlerin, ağaçların, taşların altında ve insanların gözlerinin, gülümsemelerinin ardında da gölge vardı. Ve dünyanın gece tarafında kilometrelerce gölge vardı yine."

Sırça Fanus - Sylvia Plath

Güzel Görüntüler - Simone De Beauvoir


"Bir intihar olayı okuyunca, insana buz gibi ter döktüren şey,
pencerenin demirlerinde asılı duran narin ceset değil, intihardan hemen
önce o kalpte olup biten şeydir."

Güzel Görüntüler - Simone De Beauvoir

Deniz Feneri - Virginia Woolf

"İnsanın yalnız başına olunca, eşyadan, cansız şeylerden, ağaçlardan,
ırmaklardan, çiçeklerden güç alması; onların kendisini belirttiklerini,
kendisiyle bütünleştiklerini, kendisini bildiklerini, bir bakıma kendisi
olduklarını duyması, kendine duyduğu akıl almaz sevecenliği onlara
karşı da duyması -tüm bunlar ne kadar tuhaftı!"

Deniz Feneri - Virginia Woolf

Gece - Bilge Karasu

"Bu iş nereye dek sürer?Herhalde yalnız kalıncaya dek.Bütün aynalarda
kendinizi görünceye dek, herkesin gözü sizin aynanız oluncaya dek...
Daha doğrusu, önlerinde durmasanız da aynaların hepsi sizi gösterinceye
dek; gönüllerinde olmasanız bile insanların gözleri sizden duydukları
korkuyu yansıtmaktan başka bir işe yaramaz oluncaya dek... Her şey,
eninde sonunda, onu anlatanın (yani onu başkalarınca da özümsenir
kılanın), o tek kişinin, o tek usun gördüğü, düşlediği, düşündüğü değil
midir? Her şey gelip buna dayanmaz mı?

Herkesi aldatmış, aldatmağı iş edinmiş bile olsak, kendimizi aldatmamak gerekmez mi?"



Gece - Bilge Karasu

Nehrin Dönemeci - V.S. Naipaul

"Bizim Arapların
zamanında büyük maceracı ve yazarlar olduklarını; bizim denizcilerin
Akdeniz'e, Amerika'nın keşfini mümkün kılan latin yelkenini verdiğini;
bir Hintli kaptanın Vasco de Gama'yı Doğu Afrika'dan Kalküta'ya
götürdüğünü; çek kelimesinin ilk olarak bizim İranlı
tüccarlar tarafından kullanıldığını söylüyorsam bunları Avrupalıların
kitaplarında okuduğum içindir, bizim bilgimizin ya da gururumuzun bir
parçası olduklarından değil."

Nehrin Dönemeci - V.S. Naipaul

Göğü Delen Adam: Papalagi - Tuiavii

Papalagi,yuvarlak metali ve ağır kağıdı sever. Katledilmiş meyvelerin
suyunu, domuz,sığır gibi hayvanların etini midesine indirmeyi sever.
Ama, hepsinden çok sevdiği bir şey vardır ki, bunu elle tutmak mümkün
değil: Zaman! Bu yüzden dünyanın patırtısını kopartır, saçma sapan
konuşur durur. Güneşin doğuşuyla batışı arasında kullanmadığı hiçbir
zaman kalmasa yinede yetmez Papalagi’ye. Zaman, Papalagi’yi memnun
edemez bir türlü. Büyük Ruh’a yakınır da yakınır, daha fazlasını vermedi
diye.Evet, böyle işte; her yeni günü belli bir plana göre bölüp
parçalayarak Büyük Ruh’a ve onun hikmetine etmediği hakareti bırakmaz.
Çalı bıçağıyla yumuşak bir hindisdan cevizini boydan boya keser gibi
böler günü. Her bir bölümün ayrı adı vardir.Saniye, dakika, saat.
Avrupa’da zamanı olan çok azdır. Belki de hiç yoktur. Bu yüzden herkes
yaşamın içine fırlatılmiş birer taş gibi koşuşturur. Hemen hepsi
yürürken yere bakar ve daha hızlı ilerleyebilmek için kollarını ileri
savurur. Eğer durduracak olursan isteksizce, ’Niye beni rahatsız
ediyorsun?’ derler. ’Kaybedecek zamanım yok, sen de kendi zamanını
değerlendirmeye bak.’ Sanki hızlı yürüyen insan daha değerli, yavaş
yürüyenden daha yürekliymiş gibi davranırlar’


Göğü Delen Adam: Papalagi - Tuiavii

Küçük Kara Balık - Samed Behrengi

”Onu da yarın akşam anlatırım” dedi Balık Nine “uyku saati geldi, iyi geceler.”
On iki bin küçük balık iyi geceler dileyerek yatmaya gittiler.
On bir bin dokuz yüz doksan dokuz küçük balık iyi geceler diledikten sonra yuvalarına gidip uzandılar, hemen de uykuya daldılar. Balık Nine de uyudu.
Ama küçük bir kırmızı balığın gözüne uyku girmedi. Bütün gece boyunca hep denizleri düşündü, düşündü..."


Küçük Kara Balık - Samed Behrengi

Zorba - Nikos Kazancakis

"Biz dev bir ağacın ufacık bir yaprağı üzerindeki küçük küçük
kurtçuklarız zorba.Bu küçük yaprak bizim yer yuvarlağımızdır,ötekilerde
gecenin içinde sallandıklarını gördüğün yıldızlardır.Biz küçücük
yaprağımızın üzerinde sürünüyor ve onu hırsla
araştırıyoruz,kokluyoruz.Bize güzel kokuyor ya da kötü kokuyor.Tadına
bakıyoruz,yenilebilir buluyoruz.Vuruyoruz,sanki canlı birşeymiş gibi
çığlıklar atıyor.En korkusuz olan insanlar yaprağın ucuna kadar
varıyorlar,bu uçtan gözlerimizle kulaklarımız açık olduğu halde kaosa
eğiliyoruz.Ürperiyoruz.Altımızda ki korkunç uçurumu görüyor,dev ağacın
öteki yapraklarının çıkardığı gürültüyü uzaktan uzağa duyuyor,özsuyun
köklerinden yükselip yüreğimizi kabarttığını kavrıyoruz.Böyle bir
uçuruma eğilmiş bir halde de bütün bedenimiz ve bütün ruhumuzla korkunun
içimizi kapladığını anlıyoruz.O andan sonra artık -şey- başlar..."
Durdum
demek istiyordum ki:o andan sonra artık şiir başlar.Ama Zorba
anlamayacaktı.Sustum.O hırsla sordu:"Ne başlar?"
"...büyük tehlike
başlar Zorba,bazılarının başı dönüp sayıklar,bazıları korkup yüreklerini
sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna Tanrı
derler;bazıları da yaprağın kenarında uçuruma sakin sakin korkusuzca
şöyle der-hoşuma gidiyor."

Zorba - Nikos Kazancakis

Godot'yu Beklerken - Samuel Beckett

"Bırak, bırak tüm bunları diyecektim. Kimin konuştuğunun ne önemi var,
biri kimin konuştuğunun ne önemi var dedi. Biri kalkıp gidecek, giden
ben olacağım, ben olmayacağım o, ben burada olacağım, buradan uzaktayım
diyeceğim, ben olmayacağım o, hiçbir şey söylemeyeceğim, bir öykü
anlatılacak, biri öykü anlatmaya çabalayacak. Evet, yadsımıyorum artık,
herşey düzmece, hiç kimse yok, anlaşıldı değil mi, hiçbir şey yok,
tümceler de kalmadı, hadi alıklaşalım, tüm zamanların, tüm zaman
kiplerinin alığı olalım, sona ermesini beklerken bunun, her şeyin geçip
sona ermesini, seslerin kesilmesini, yalnızca sesler var, yalnızca
yalanlar. Buradan, gitmek buradan bir yere varmak, ya da kalmak burada
ama bir aşağı bir yukarı dolanarak. Önce kımılda, bir beden gerekli,
eskisi gibi, yadsımıyorum bunu, yadsımayacağım artık, bir bedenim var
diyeceğim, ayağa kalkacağım, yaşamak diyeceğim buna, benim diyeceğim,
ayağa kalkacağım, düşünmeyi bırakacağım, işimle dolu olacağım, ayakta
durmakla, ayakta durmayı sürdürmekle, yer değiştirmekle, katlanmakla,
yarına, gelecek haftaya sağ çıkmaya çalışmakla, yeterli olacak
fazlasıyla bütün bunlar, bir hafta, ilkbaharda bir hafta fazlasıyla
yeterli olacak, yaşam şırıngalayacak içimize."


Godot'yu Beklerken - Samuel Beckett

Karamazov Kardeşler - Dostoyevski



"Onsekizinci yüzyılda bir günahkar vardı, şöyle bir laf ortaya attı:
‘Eğer Tanrı olmasaydı, O’nu icat etmek gerekirdi’ dedi. Garip olanı,
insanda hayranlık uyandıran, Tanrının gerçekten varolması değildir. Asıl
hayranlık uyandıran şey, insan gibi acımak bilmeyen vahşi bir hayvanın
içinde ‘Tanrının var olması zorunlu bir şeydir!’ diye bir düşüncenin
uyanmasıdır."

Karamazov Kardeşler - Dostoyevski

23 Nisan 2010 Cuma

Ermiş - Halil Cibran

"Sevgi sizi çağırınca, onu takip
edin,Yolları sarp ve dik olsa da...Ve kanatları açıldığında, bırakın
kendinizi,Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...Ve sizinle
konuştuğunda, ona inanın,Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi
gibi,Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...Çünkü sevgi sizi
yücelttiği gibi, çarmıha da gerer.Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir
de...

En yükseklere uzanıp, Güneş'le titreşen en hassas dallarınızı okşasa
da,Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır, Toprağa tutunmaya
çalıştıklarında...Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker;Çıplak
bırakana kadar döver, harmanlar;Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar,
eler...Bembeyaz olana kadar öğütür sizi;Esnekleşene kadar yoğurur;Ve
Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye,Sizi kendi kutsal ateşine
savurur...

Sevgi bütün bunları,Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar,Ve bu
biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzzünü yaratır...Ancak korkunun
kıskacında,Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız,O zaman örtün
çıplaklığınızı,Ve sevginin harman yerine adım atın...Adım atın,
kahkahaların tümünün olmadığı,Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz
dünyaya,Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...Sevgi hiçbir şey
sunmaz, sadece kendisini,Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan
gayri...Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de;Çünkü sevgi, sevgi için
yeterlidir, tümüyle...Sevdiğinizde, "Tanrı benim kalbimde,"
yerine,Şöyle deyin, "Ben kalbindeyim Tanrı'nın ..." Ve sanmayın
yön verebilirsiniz sevginin akışına,Çünkü sevgi, yolunu kendi
çizer,sizi değer bulduğunda...Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan
başka...Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa,Bırakın bunlar
sizin de arzularınız olsun...Erimek ve akmak,geceye şarkılar sunan bir
dere misali,Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip,Kendi sevgi
anlayışınla yaralanmak,Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...Şafak
vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak,Ve bir sevgi gününe daha,
teşekkürle uzanmak...Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini
duymak,Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...Ve uyumak,
kalbinde sevgiliye bir dua,Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla..."


Ermiş - Halil Cibran

Yabancı Bir Gezegenden Tuhaf Haberler - Herman Hesse

"İşte çevrende hışırdıyor dalga; ve sen dalgasın; orman; ve sen
ormansın, iç ve dış diye iki ayrı şey yok artık, kuşsun ve uçuyorsun
havada, balıksın ve yüzüyorsun denizde, ışığı emiyorsun; ışıksın,
karanlığın hazzına varıyorsun ve karanlıksın. Yollara vuruyoruz, ey ruh,
sularda yüzüyor, havalarda uçuyoruz, gülümsüyor ve narin ruhsal
parmaklarımızla kopmuş iplikleri yeniden birbirine bağlıyoruz,
yokedilmiş titreşimleri mutluluk içinde diriltip sürdürüyoruz yeniden."


Yabancı Bir Gezegenden Tuhaf Haberler - Herman Hesse

Kusma Kulubü - Mehmet Eroğlu

"neden ölmüyorum? neden şu:hayat dediğimiz ateşini yitirmiş magma,safra
gibi deliklerimden akıp gitmiyor. yakınmamalıyım çünkü cevabı
biliyorum; tanrının biçtiği küçük role razı oldum. her uzun yolculugun bir
anında inansakta inanmasakta,kulu olmasakta tanrıyla
karşılaşırmışız. ben karşılaşmadım belki bir hayat
edinemediğimden,belkide peşim sıra sürüklediğim şeyin tanrının ilgisini
çekecek kadar parıltılı olmamasından.. benimki şekilsiz,amaçsız ve yönsüz
hiçlik dolu bir safsata.bir neden daha ölmüyorum çünkü tembelim.. ölmek
bile çaba gerektirmezmi? belkide isteyip istemediğimi pek düşünmeden
yaşamak dediğimiz o anlamsız düşüşe alıştım ve edindiğim bu
alışkanlıktan vazgeçemiyorum . aslında konik! çabucak tiryakisi olduğumuz
sisyphos gibi itekaka bir tepeye çıkarmaya çalıştığımız hayat benim için
ardarda sıralanan rededilişlerden ibaret oysa.."


Kusma Kulubü - Mehmet Eroğlu

Tıkanma - Chuck Palahniuk

"İnsanlar dünyanın düzenli ve güvenli bir yer olması için yıllarca
çalıştılar. Ama hiç kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında
değildi. Bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu,
bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve düzenlendiğini, bütün
insanların sınavlardan geçirildiğini, fişlendiğini, nerede oturduğunun,
ne yaptığının kaydının tutulduğunu düşünün. Hiç kimseye macera yaşayacak
bir alan kalmadı, satın alınabilenler hariç. Lunaparka gitmek gibi.
Film izlemek gibi. Ama bunlar yine de sahte heyecanlardı. Dinazorların
çocukları yemeyeceğini bilirsiniz. Büyük bir sahte afetin olma şansı
bile oy çoğunluğuyla ortadan kaldırıldı. Gerçek afet veya risk ihtimali
olmadığından, gerçek kurtuluş şansı da ortadan kalkmış oldu. Gerçek
mutluluk yok. Gerçek heyecan yok. Eğlence, keşif, buluş yok.

Bizi koruyan kanunlar aslında bizi can sıkıntına mahkum etmekten
başka bir işe yaramazlar.

Gerçek karmaşaya ulaşamadığımız sürece, asla gerçekten huzurlu
olamayacağız.

Her şey berbat bir hal almadığı sürece, yoluna da girmeyecek.

Bürokrasimiz ve kanunlarımız dünyayı temiz ve güvenli bir toplama
kampına çevirdi.

Kölelerden oluşan bir jenerasyon yetiştiriyoruz.

Çocuklarımıza çaresiz olmayı öğretiyoruz.

Öyle planlanmış vaziyetteyiz ve ince ince yönetiliyoruz ki, burası
artık dünya olmaktan çıktı. Burası lanet olası bir sahil güvenlik
teknesi oldu."

Tıkanma - Chuck Palahniuk

Ömür Hanımla Güz Konuşmaları - Şükrü Erbaş

"Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla.
Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim
bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim
bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?..."

Ömür Hanımla Güz Konuşmaları - Şükrü Erbaş

Karamazov Kardeşler - Fyodor Dostoyevski

"Ama eğer, çocukların çektiği çileler, insanlığı gerçeğe kavuşturmak için
toplanması gereken tüm acıların, tüm çilelerin toplamı eksiksiz olsun
diye kullanılacaksa, o zaman önceden söyleyeyim ki, insanlığın
kavuşturulacağı o gerçek, tümü ile kendisi için ödenen fiyat kadar
etmez. Son olarak şunu da belirteyim: Ben o ananın, çocuğunu köpeklere
parçalatan o cellatla kucaklaşmasını da istemiyorum! Onu bağışlamaya
cüret etmemelidir o ana! Eğer istiyorsa, kendi namına, bir ana olarak
çektiği o sonsuz acının üzerinden bir çizgi çekerek celladı
bağışlayabilir, ama parçalanan çocuğun çektiği acıyı o celladın yanına
bırakmaya, bundan ötürü onu bağışlamaya hakkı yoktur. Hatta çocuğun
kendisi celladı bağışlasa bile! Madem öyle, o zaman şunu sormak
cesaretini kendimde görebilirim: Öyle olacaksa, o halde kusursuz düzen
bunun neresinde?..Bu dünyada o işi bağışlayabilecek, daha
doğrusu onu bağışlamaya hakkı olan bir varlık var mı?
Ben tüm insanlığa
karşı duyduğum sevgiden ötürü böyle kusursuz bir düzen istemiyorum,
böylesi daha iyi. İntikamı alınmamış acımla, dindirilmemiş öfkemle
kalayım daha iyi, hatta haksız olmam bile!Evet, biz mahşerden
sonraki o kusursuz düzene aşırı bir fiyat biçtik, böyle bir âleme girmek
için böylesine pahalı bir ücret ödemek bize göre değil. Onun için giriş
bedelini vermekte acele ediyorum. Eğer ben namuslu bir insansam, bu
bileti bir an önce geri vermem gerekir. Ben de öyle yapıyorum işte.

Benim kabul etmediğim Tanrı'nın kendisi değildir. Benim yaptığım şey,
sadece Tanrı'ya sevgi ile biletimi geri vermektir, Alyoşa!.."

Karamazov Kardeşler - Fyodor Dostoyevski

Böyle Buyurdu Zerdüşt - Friederich Nietzsche

"Kendine özgür mü diyorsun? Bir boyunduruktan kurtulduğunu değil, sahip
olduğun yerleşik düşüncelerini duymak isterim. Boyunduruktan kurtulmaya
layık bir adam mısın? uşaklıktan çıktığı zaman son değerini de
kaybedenler vardır. Nelerden kurtuldun? Bu bana vız gelir; fakat gözün
bana şunu apaçık bir şekilde söylemeli: Özgür; ama ne amaçla?"


Böyle Buyurdu Zerdüşt - Friederich Nietzsche

Gecenin Sonuna Yolculuk - Louis Ferdinand Celine

"Sonuçta varoluşun neden olduğu en büyük yorgunluk belki de insanın yirmi
yıl, kırk yıl boyunca, hatta daha bile uzun süre, aklı başında kalmak
için harcadığı o olanüstü çabadır, basitçe, derinden kendi, yani
tiksindirici, dehşetengiz, saçma olmamak uğruna. Baştan veri olarak
elimize tutuşturulan şu aksak ikinci sınıf insanı, sabahtan akşama kadar
hep küçük evrensel ideal, birinci sınıf bir insan olarak sunmak zorunda
kalmamız ne de büyük kabus.
"

Gecenin Sonuna Yolculuk - Louis Ferdinand Celine

22 Nisan 2010 Perşembe

Yolların Başlangıcı - Amin Maalouf

…insanın tüm yaşamını doğduğu yerde
geçirmesinin eşyanın gereği olduğunu söyleme sakın!Suya bak! Görmüyor
musun nasıl da berrak ve güzel, ufuklara doğru koştuğunda; ve nasıl
yapış yapış oluyor bir yerde durup kokuştuğunda!

Yolların Başlangıcı - Amin Maalouf

Victoria - Knut Hamsun

Birisi aşkın ne olduğunu sorarsa aşk, güllerin arasında esip kesilen bir rüzgardır sadece. Ama bazen de ömür boyu süren, ölüme kadar devam eden, koparılması imkansız bir mühür mumudur
aşk.
Victoria - Knut Hamsun

Aylak Adam - Yusuf Atılgan

" dışarda çiğnenmemiş kar, üstüne bastıkça gıcırdıyordu. kitapçının
köşesinden tenha caddeye dönerken içinde bir boşluk vardı. saatine
baktı: ona geliyordu. "nereye gideceğim? keşke polis kuşkulanıp karakola
götürseydi beni. değişik bir gece olurdu. belki onu da bulup
getirirlerdi. birlikte çıkardık. sonra, sıkıntı. o bitti. haşet' te
kitap arayacağım. niye koşuyorsun? davete geç mi kaldınız? her zaman geç
kalanlar bulunur. hindi dolması daha bitmemiştir. bu gece insanların
hindi yemesi gerekir. bulamayanlar üzülür. yılbaşı hindisi... ooooo!
eğlenmek de zorunludur bu gece. sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur.
evlerde toplantılar vardır. küçük bir toplantı demişti avukat. göz
kırpmıştı. 'neydi o yılbaşı gecesi donattığımız masa. şu mehmet bey ne
şakacı adam. kırdı geçirdi bizi. ama karısı.. sorma kardeş. ' küçük
kumarlarınız vardır. on kuruşluk tombalalar. şimdi kim bilir kaç kere
evde, kim bilir kaç kadının 'aman ayol, bu ne kötü şans böyle,' sözüne
kim bilir kaç erkek ' üzülmeyin, kumarda kaybeden aşkta kazanır, '
diyordur. kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce
söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. biliyorum sizi. küçük
sürtünmelerle yetinirsiniz. büyüklerinden korkarsınız. akşamları
elinizde paketlerle dönersiniz. sizi bekleyenler vardır. rahatsınız. hem
ne kolay rahatlıyorsunuz. içinizde boşluklar yok.

neden ben de
sizin gibi olamıyorum? bir ben miyim böyle düşünen? bir ben miyim yalnız
? "
Aylak Adam - Yusuf Atılgan

Oyunlarla Yaşayanlar - Oğuz Atay

"ey zavalli milletim dinle! su anda, hepimiz burada seni kurtarmak icin
toplanmis bulunuyoruz. cunku ey milletim, senin hakkinda, az
gelismistir, geri kalmistir gibi soylentiler dolasiyor. ey sevgili
milletim! neden boyle yapiyorsun? neden az gelisiyorsun? nicin bizden
geri kaliyorsun. bizler bu kadar cok gelisirken geri kaldigin icin hic
utanmiyor musun? hic dusunmuyor musun ki, sen neden geri kaliyorsun diye
durmadan dusunmek yuzunden, biz de istedigimiz kadar ilerleyemiyoruz.
bu milletin hali ne olacak diye hayati kendimize zehir ediyoruz. fakir
fukaranin hayatini anlatan zengin yazarlarimiza gece kuluplerinde
ictikleri viskileri zehir oluyor. zengin takiminin hayatini gozlerimizin
onune sermaye calisan meteliksiz yazarlarimiz da aslinda su fakir
milleti dusundukleri icin, kucuk meyhanelerinde agiz tadiyla
icemiyorlar. ey su fakir milletim! aslinda seni anlatmiyoruz. sefil
ruhlarimizin korkak karanligini anlatiyoruz. iste onun icin sana
yanasamiyoruz. senin yaninda bir siginti gibi yasiyoruz. peki hic
utanmiyor muyuz? hic utanmiyoruz."


Oyunlarla Yaşayanlar - Oğuz Atay

Yeraltından Notlar - Dostoyevski

"Keşke boş duruşum aylaklığım yüzünden olsaydı. Tanrım, o zaman kendime
ne büyük bir saygı duyardım!.. Hiç olmazsa tembelliğim, güvenebileceğim
belirli bir özelliğim var diye kendime en büyük saygıyı beslerdim.
Birisi benim için "Kim bu adam?" diye sorunca, "Tembelin biri!"
karşılığını verirlerdi. Böyle bir söz duymayı çok isterdim. Benim de
belirli bir niteliğim, hakkımda söylenecek bir söz olacaktı. Ne demek
efendim "Tembelin biri!" şaka değil, bu bir unvandır, bir mevkidir,
kusursuz bir meslektir! Alay etmeyin, bu böyledir! O zaman haklı olarak
birinci sınıf bir derneğe üye olur, kendi kendimi saymaktan başka bir iş
tutmazdım. Tanıdığım biri vardı, Lafitte şarabından anlamasıyla övünür
dururdu. Bunu bir erdem olarak görüyor, kendisi hakkında en ufak bir
kuşkuya düşmüyordu. Adamcağız sonunda yalnızca huzur içinde değil,
üstelik böbürlenerek öldü; bunda da çok haklıydı. İşte ben de onun gibi
kendime bir meslek seçerdim: Tembel obur! Ama öyle düpedüz obur değil!
Şu, bütün güzel, yüce şeylere ilgi duyan oburlardan olurdum. Nasıl
hoşunuza gitti mi? Ben buna öteden beri kafamı takmışımdır. "Güzel, yüce
şeyler!.." Kırk yaşımda bana az çektirmedi, ama kırkıncı yaşıma basınca
böyle oldu bu; oysa o sıralar, ah, o gençlik yıllarında çıkacaklardı
karşıma! O zaman kendime uygun bir iş de bulurdum: Bütün o güzel, yüksek
şeylerin onuruna içerdim. Kadehime önce biraz gözyaşı akıtmak, sonra da
onu bütün güzel, yüksek şeylerin onuruna kaldırmak için hiçbir fırsatı
kaçırmazdım. Dünyada ne varsa hepsini güzellik, yücelik açısından görür;
en pis, en iğrenç şeylerde bile güzel, yüce bir yan bulurdum. İstediği
zaman gözyaşı dökebilen bir adam kesilirdim. Ressamın biri kalkıp Ghé*
ayarında bir tablo yaptı diyelim. Hemen böyle bir tablo yapmış olan
ressamın onuruna içerdim, çünkü bütün güzel yüksek şeyleri seven bir
adamdım ben. "Canınız nasıl isterse" adında bir yapıt mı yazıldı, hemen
"Canınız nasıl isterse" nin onuruna kadehimi kaldırırdım; dedim ya,
güzellik, yücelik adına yapmayacağım şey yoktur... Bu sırada herkesin
kişiliğime saygı göstermesini isterdim, birisi bana saygısızlık yapacak
olsa yakasına yapışırdım. "Huzur içinde yaşayıp debdebeyle ölmek!"
Bundan daha güzel ne vardır! Salıverdiğim göbeğimi, üç kat olmuş
gerdanımı, rezilcesine havaya diktiğim burnumu görenler: "Bakın şu
kalantor herife! Olunca böyle olmalı!" derlerdi. Siz ne derseniz deyin,
baylar, yaşadığımız şu olumsuz çağda böyle hoş sözleri işitmeyi kim
istemez!"

Yeraltından Notlar - Dostoyevski

Aylak Adam - Yusuf Atılgan

"- tutamak sorunu dedim. dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir
köprüde yürür gibiyiz. tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır.
tramvaylardaki tutamaklar gibi. uzanır tutunurlar. kimi zenginliğine
tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. çocuklarına tutunanlar
vardır. herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır.
gülünçlüğünü fark etmez. kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne
tutunan bir adam tanıdım. öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. herkesin
'-veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur.' demesini isterdi. daha
gülünçleri de vardır. ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü,
sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı
arıyorum: gerçek sevgiyi! bir kadın. birbirimize yeteceğimiz, benimle
birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"

Aylak Adam - Yusuf Atılgan

Bozkırkurdu - Herman Hesse

" 'insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' ne
anlamlı bir söz değil mi? yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada
yaşamak için yaratılmışlardır, suda değil. ve düşünmek istememeleri de
doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim
düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri
bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir
böyle biri ve birgün gelir suda boğulur."

Bozkırkurdu - Herman Hesse

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

"ben keyif aramıyorum. tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek
tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. günah
istiyorum."
"aslında." dedi mustafa mond, "siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz."

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez

O günden sonra hayatı
yıllarla değil, onyıllarla ölçmeye başlamıştım… ellili yıllarım
belirleyici olmuştu, çünkü neredeyse herkesin benden genç olduğunun
bilincine varmıştım… altmışlı yıllarım, yanılmak için artık vaktimin
kalmadığı kuşkusuyla en yoğun geçenler oldu… yetmişliler, belki de son
yıllarım olabileceği düşüncesiyle korkutucuydu… her şeye rağmen, doksanıncı yaşamın ilk sabahı Delgadina’nın mutlu yatağında uyandığımda, hayatın
Herakleitos’un dalgalı ırmağı gibi akıp giden bir şey olmadığı,
ızgaranın üzerinde öbür yana dönüp bir doksan yıl daha kızarmaya devam
etmek için tek bir fırsat olduğu gibi hoş bir düşünce geçmişti aklımdan."

Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez

Küçük Prens-Saint Exupery

"Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım,
onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak
şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları severmiş, kelebek
biriktirir miymiş, sormazlar bile. Kaç yaşında, derler, Kaç kardeşi
var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor? Bu türlü bilgilerle onu
tanıdıklarını sanırlar.

Deseniz ki: "Kırmızı kiremitli, güzel bir ev
gördüm. Pencerelerde saksılar, çatısında kumrular vardı". Bir türlü
gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama "yüzbin liralık bir ev
gördüm" deyin, bakın nasıl: "Aman ne güzel ev" diye haykıracaklardır."


Küçük Prens-Saint Exupery

Mülksüzler - Ursula Leguin

"Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi
satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak..."

Mülksüzler - Ursula Leguin

Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay

"…Geçmişimi pek iyi bilemiyordum, bu
insanları belli belirsiz hayal edebiliyordum; fakat, bir noktayı çok iyi
biliyordum: Onlar bu olayı da değerlendirmesini bilmişler, gerçekten
korkmuş gerçekten acı çekmişlerdi; gerçekten çaresiz ve yalnız
kalmışlardı. Ben ucuz bir romandım. Hayır, kötü edebiyatın bile bir
gerçekliği vardı: Can sıkıcı taklitçilikleri bile benden gerçekti. Ben
yoktum; hatta ben yokum, olmadım diyemeyecek bir yerdeydim; kelimeler
bile yan yana gelerek beni tanımlamak istemezlerdi. Ne olurdu benim de
kelimelerim olsaydı; bana ait bir cümle, bir düşünce olsaydı. Binlerce
yıldır söylenen milyonlarca sözden hiç olmazsa biri, beni içine alsaydı!
Çok insan için söylendi ama, sana da uygulanabilir denilseydi.(Bu
sözleri başkalarıyla paylaşmaya razıydım. Başka çarem yoktu.) Kendime
gerçekten acıyabilseydim, gerçekten ümitsiz olsaydım. (Olumlu durumları
aklıma getirmeye cesaretim yoktu.) Sonra yavaş yavaş, adım adım
doğrulurdum."

Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay

Biz - Yevgeni Zamyatin

"Kendimi duyumsuyorum. Ama sadece içine kirpik kaçan göz, şişmiş parmak
veya çürük diş kendini duyumsar, bireysel varlığının bilincine varır.
Sağlıklı göz veya parmak ya da diş varlarmış gibi görünmezler. Yani
gayet açık, değil mi? Kendi kendinin bilincine varmak hastalıktır."

Biz - Yevgeni Zamyatin

Otomatik Portakal - Anthony Burgess

"Doğruyu görür ve onaylar, ama yanlışı yaparım."

“…kötülüğün sebebini
bulmaya çalışarak tırnaklarını kemirmeleri, kahkahadan kırılmama yol
açıyor kardeşlerim. İyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse niye
tersini merak ediyorlar ki? Madem kimileri iyi insan olmayı
seçiyor,madem bundan haz alıyorlar, onlara hayatta karışmam, kimse de
bana karışmasın. Ama bana karışıyorlardı. Üstelik kötülük bireye
özgüdür, ve sizlere, bana ve tek tabancalığımıza özgüdür ve bizleri
yaratan bizim Tanrı’dır, hem de gururla ve keyifle yaratmıştır. Ama
birey olmayan şeyler kötülüğe katlanamazlar, yani devlet ve yargıçlar ve
okullar kötülüğe izin veremezler çünkü bireylere izin veremezler. Hem
modern tarihimiz, bu büyük makinelerle savaşan cesur, küçük bireylerin
öyküsü değil midir kardeşlerim? Bu konuda ciddiyim kardeşlerim. Ama
yaptıklarımı sevdiğim için yapıyorum”

Otomatik Portakal - Anthony Burgess

Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar

"Benim çoçukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti.
.....

Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir
kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi;
ve o geldi diye biz sevincimizden , davul zurna, sokaklara fırladık.
Nereden gelir ? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden
alır ? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, 'Buyrunuz efendim bendeniz artık
hevesimi aldım. Sizin olsun belki bir işinize yarar!' diye hediye mi
ederiz ? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan, fakat
yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını
haline giren o büyülü hazinelere mi benzer ? Bir türlü anlayamadım.
Nihayaet şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur.
Hürriyet aşkı, -haydi Halit Ayarcı'nın sevdiği kelime ile söyleyeyim,
nasıl olsa beni artık ayıplayamaz, kendine ait bir lugatı kullandığım
için benimle alay edemez!- bir nevi snobizmden başka birşey değilidr.
Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden
birinde adamakıllı yakalar,bir daha gözümüzün önünden ,dizimizin
dibinden ayırmazdık. Ne gezer? daha geldiğinin ertesi günü ortada
yoktur. Ve işin garibi bizde yokluğuna pek çabuk alışıyoruz. Kıraat
kitaplarında birkaç manzume, resmi yazılarda adının anılması kafi
geliyor."

Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar

Dövüş Kulübü - Chuck Palahniuk

"Yuva yapma içgüdülerine tutsak düşen tek ben değildim... Hepimizde
Johanneshov markalı koltuktan var, yeşil çizgili Strinne deseniyle
kaplı... Hepimizde Rislampa/Har markalı aynı kağıt lambadan var...
Benimki artık bir konfeti... Çelik üstüne çinko kaplama Vild marka
ayaklı saaatim. Tanrım ona sahip olmasam ölürüm...Mobilya satın
alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım
son kanepe...Sonra hayalinizdeki yatak. Sonra aradığınız tabak takımı.
Sonra o güzel yuvanıza kısılıp kalırsınız. Bir zaman sahip olduğunuz
şeyler artık sizin sahibiniz olur."

Dövüş Kulübü - Chuck Palahniuk

Biz - Yevgeni Zamyatin

"Cennet'le ilgili şu
eski efsane... O, bizim hakkımızda tam bugünle ilgili. Evet! Bir düşün.
Cennet'teki o iki kişi... Onlara seçenek sunulmuştu: özgürlükten yoksun
mutluluk veya mutluluktan yoksun özgürlük. O kadar. Avanaklar özgürlüğü
seçti. Ya sonra? Sonra çağlar boyunca zincirlerini özlediler. Dünya bu
yüzden böyle sefil, anlıyor musun?"


Biz - Yevgeni Zamyatin

Boyalı Kuş - Jerzy Kosinski

“Bazan günler geçer,
Ludmilla görünmezdi. O zaman büyük bir kızgınlık,
gizliden gizliye kemirirdi Lekh'in içini. Gözlerini
kuşlara diker, saatler boyunca kendi kendine homurdanırdı. Uzun
uzun ve günlerce düşündükten sonra en güzel
kuşlardan birini seçerdi. Kuşu bileğine bağladıktan
sonra, bir sürü garip şeyi birbirine karıştırıp kokulu
bir boya elde eder, değişik renklerde, kutu kutu hazırlardı bu
boyadan. Sonra kuşun başını, kanatlarını, boynunu ebemkuşağı
renkleriyle bezer, tüylerine bir demet yabani çiçeğin
gözkamaştırıcı parlaklığını verirdi.
Sonra ormanın içlerine yürürdük
birlikte. Epey ilerledikten sonra Lekh durur, kuşu bileğinden çözüp
bana verir ve ayaklarından tutarak sallamamı isterdi Boyalı kuş
söylenir durur, bağırışına gelen bir sürü kuş,
tepemizde dönmeye başlardı. Onlara ulaşmak isteyen tutsak
debelenir, bütün gücüyle öter, boyalı
boynunun içinde kalbi delice atardı.
Tepemizde yeteri kadar kuş
toplandığına inanırsa, Lekh, bir işaretle tutsağı koyvermemi
isterdi. Bulutların üstündeki küçük
ebemkuşağı, mutlu ve özgür, yükselip kardeşlerinin
gürültücü sürüsüne katılırdı.
Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri
kuş, boşu boşuna kendilerinden biri oiduğuna onları inandırmaya
çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar
onu kuşkuyla inceler, sonra birbiri ardından saldırıp boyalı
tüylerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı. Tüysüz ve
kan içinde kalan zavallı kuş havada duramaz, düşerdi.
Aynı sahne sık sık tekrarlanır, kurbanlarımızı hep ölü
bulurduk. Gövdelerindeki gaga izleriyle yaraları dikkatle
yayar, renkli kanatlardan sızan ve boyaya karışan kan, kuşçunun
eline bulaşırdı. Ama Deli Ludmilla gelmezdi bir türlü.
Hayal kırıklığına uğramış somurtuk Lekh, kuşiarı birer
birer kafesten çıkarıp boyar, acımasız, benzerlerine
teslim ederdi onları. Günün birinde kocaman bir karga
yakaladı, kanatlarını kırmızıya, boynunu maviye, kuyruğunu da
yeşile boyadı. Bir karga sürüsünün kulübemizin
üstünden geçtiğini görünce koyverdi
kurbanını. Aralarına karışır karışmaz amansız bir savaş
başladı. Dört yandan sahtekârın üzerine
saldırdılar. Siyah, kırmızı, mavi ve yeşil tüyler uçuştu
havada. Kargalar yükselmeye başlamıştı, birden kurbanımızın
döne döne tarlalara düştüğünü gördük.
Kuş yaşıyordu hâlâ. Gagasını açıp kapıyor,
kanatlarını oynatmaya çalışıyordu boşu boşuna.
Kardeşleri gözlerini oymuşlardı. Kan oluk gibi akıyordu
tüylerinin üstünden. Yapışkan çamurdan
kurtulup doğrulmak için son hareketi de yaptı, artık gücü
kalmamıştı.”

Boyalı Kuş - Jerzy Kosinski